![]()
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Sezai Karakoç'un Mona Roza şiirini okuyup Musul'a girmek elbette güzel olurdu:
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Musul'a girerken bir dörtlük yetmezdi. Her bir köyü geçerken şiirin hepsini okumalıydık. Her damda bayrakların asıldığı Hz. Ali (ra) ait resimlerin duvarları bir başka şekilde biçimlendirdiği köylerden geçerken içimizden sessiz yorumlar yapıyorduk. Bense yüreğimde Mona Roza'yı buldum.
Zeytin ağaçları görünce keşke her tarafa ekseler dedik. Keşke insanlar boş durmasa ve "ütüsü bozulmamış" bu *topraklar şenlense, ta* İspanyalardan zeytin ve yağı gelmezse. Keşke Suriye sabunu yerine kendi sabunlarını kullansalar.* Yirmi yıldan beri* ve hatta öncesinde huzursuzluk hayatlarının bir parçası olmuş bu insanlardan bunları beklemek ayıp olur. Ben yine Mona Roza'ya devam etmeliyim:
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Musul'dayız. Daha once de gitmiştim. Musul'a oradan nasıl bakarsınız, nasıl görürürsünüz bilemem ama burası ve buralar hakkında yazılacak, söylenecek çok şey ötesi çok şey var. Bu kadar kontrol noktasının çok olduğu, insanların ne olacaksa olsun deyip çarşıda pazarda alışveriş yaptığı; telaş içersinde hareket ettiği, sokak aralarında çocukların oyun oynamadığı bir diyar. Ve daha neler.
Musul eğitime susamış. Kerkük gibi Musul'da çığ sonrası bir gariplikten kurtulmak isterler. Bir vakitler çevrenin illeri Musul'a gelir ve alışveriş yapar, gezer tozar, yemeklerini yerlermiş. Şimdi Musul halkı tersine bir hareketle Erbil'e gider olmuşlar. Ya da bakallarlarla idare eder olmuşlar. Caddelerde bir telaş var, lakin dört milyonluk şehirden ziyade bir kasaba yoğunluğunda.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Üniversite'yi görmek ayrı bir heyecan verdi. Bir zamanlar bölgenin en saygın üniversitesi iken, bu yıllarda geçmişin mirasını bitirmenin mahçubiyeti içinde garipleşmiş.
Sıklıkla yolunuzu kesen gözetleme kuleleri, her mahalleye girerken kontrol noktaları* buraya terkeden işgalci misafirlerin tuhaf bir hediyesi olmuş.* Ve Musul kendine sürgün olmuş.
Şehrin güney ve kuzey yakasının tam ortasında akan Dicle nehri, geldiği ülkenin mağrurluğunu yaşıyorken, ziyaret ettiğimiz bir mektep mutfağında çalışan yaşlı teyzenin mütavezi duruşunu kalbimin bir köşesine atıverdim.
Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
Burada siyah ve ak güller ne de çoğalmış. Nasıl hiristiyanlar dört grupsa müslümanları da kesin çizgilerle bölmüşler. Birbirlerine düşman etmişler. Oysa yıllar öncesinde bir hal yoktu derler. Tarık Aziz'in yaptırdığı kiliseleri görmedik ama Saddam'ın yaptırdığı -ihtişamı kendinde saklı- camiiyi gördük. Cüsseliiydi, viraneydi.
Hiç sahabe türbesi veya mekanı olmadığını söylediler. Diyarbakır'da yüzü aşan bir kutsilere ait mezarlar varken burada olmaması sadece bana tuhaf geldi. *Ama Hz. Yunus (as) ve Hz Şit (as)'a ait mekânları vardı. Bir tepe üzerinde Hz Yunus'un camisi ve türbesi şehri süzüyordu. Hz. Adem'in oğlu Hz Şit (as) ise selam vermekte geciktik. Bir de Nebi Cerciş (as) var dediler.
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Yaşı yaşımı geçmiş bir profesörle karşılaştık. Rusya'da eğitim almış. Fizik alanında uzman. Üniversite hocası olmasına rağmen lise öğrencilerine* ders verir. Sever ve sayar. *Fransızcayı kendi başına öğrenmiş. Yüzde elli anlar ve konuşurmuş. Türkçe öğreten kitaplara yoğunlaşmış Türkçe öğrenmek ister. Eskinin hırsızlarının dahi güzel karakterli olduğunu annesi söylemiş:
Vakti zamanında bir hırsız bir eve girer bakar ki kadın güzel, erkek çirkin. İkisi de mutsuz. Bu defa yan komşudaki eve adamlarıyla *girer görür ki kadın çirkin, adam güzel.* Hikaye bu ya çirkin kadını çirkin erkeğin yanına, güzel kadını da güzel adamın yanına gütürür. Hikaye bu.
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Yaşı yaşımı geçmiş bu Musul'lu profesörün öğretmenlikle ilgili kıstasları da vardır: Öğrencileri bizim için hediyedir. Öğretmen sevmeyi sevmelidir. Gülmesini bilmelidir. Öğretmen kendini ispat etmesi için donanımlı olmalıdır. Ve öğretmen aktör gibi olmalıdır.
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Musul bir televizyon stüdyosunda konuşulmayacak kadar derin.* Amerikanvari askerlerin masum duruşları ile mahalle başlarını tuttuğu; hibe edilmiş askeri araçların salla pati gittiği, onlu yıllardan beri şehirin yapılanması adına bir çivi çakılmadığı, siyasi oyunların bayraklara yansıdığı. Musul çıkışında başlayan bölünmüşlüğün garip kokusunun hissedildiği Hz. Yunus diyarına farklı bakmalı. *Musul nadasa bırakılmış bir toprak gibi tohum ekilmeyi bekler. Mühlet bittii. Musul'un kendi sürgünlüğünden kurtulması için gece gündüz -kendilerince- *uğraşan O *ALTI delikanlı gibi şimdi daha çok koşturmalı.
Madem Sezai Karakoç Hocayla başladık ve devam ettik, *onunlu bitmeli bu yazı:
Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;
Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.
Bekledi arzuyla karanlıkları
Anneler, babalar, erkek kardeşler.
Ta içinde duyar ani bir ağrı,
Bir hüzün şarkısı tutturur gider
Anneler, babalar, erkek kardeşler.*
![]()
![]()
![]()
yazı/foto:mağpak
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
Kaynak...